Bu Blogda Ara

28 Mart 2013 Perşembe

Bazen çok sıkılıyorum.

uzun zamandır, okuduklarımı ya da izlediklerimi yazmıyorum. zaten pek film de izlemiyorum. aslında çok yoğunum ama çok da sıkılıyorum. sıkılacak zamanı nasıl bulduğuma hayret edip sıkılmaya devam ediyorum yoğun zamanlarımda.

Okuduklarım :
1. Zargana, Hakan Günday
Henüz Kinyas ve Kayra'yı okumadım, adını anımsamadığım bir başka kitabını daha okumadım yani okuduğum tüm Hakan Günday kitapları arasında en az sevdiğim kitap oldu. Berlin'de tanıdığım biliğim sokaklardan bahsettiği için hoşuma çok gitti. Sanki, Sokakta yürüken Zargana'yı görüyormuşum gibi garip hayaller içinde okudum. Gerçi, bu bana hep olur. Eğer, bildiğim bir yerde geçiyorsa kitap ona değişik bir sempati duyarım ve bu o yolları, caddeleri ya da şehirleri hayal edebiliyor olmamla alakalı.
2. Çavdar Tarlasında Çocuklar, J. D. Salinger
Gönülçelen adındaki Salinger kitabını hep okumak isterdim ancak onun Çavdar Tarlasında Çocuklar olduğunu öğrendim ve okudum. Kitabın baş karakteri ergenlik çağlarında bir erkek ve kadınlara dair yaptığı tesbitler ise oldukçe doğru ve eğlenceliler. Okurken bazı yerlerde gülerken, bazı yerlerde oldukça hüzünledim. 
 3. Har, Murat Uyurkulak
Bu kitaba dair söylemek istediğim o kadar çok şey var ki, ama şu an yazamam.
4. Ruhi Mücerret, Murat Menteş 
En az Dublörün Dilemması kadar eğlenceli bir kitap daha. Kapağını çok beğendim ve okurken sürekli durup durup ona bakıp, kapağı ile oynadım. Ve şunu düşündüm, Bu kitabın korsanı illa olucaktır ve o korsan kitabın kapağı nasıl olacaktır? Cidden bunu çok merak ediyorum.
5. Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, Milan Kundera 




İzlediklerim :
Sis ve Gece 
Ahmet Ümit'in romanından uyarlanmış bir film. Uzun zamandır, kitabını okumak istiyordum ama filmini izleyivermiş oldum. Aşk Köpekliktir ile okuduğum Beyoğlu Rapodisi ve Şems-i Tebrizi cinayetini konu alan bir başka kitabı ile arkadaşlarımdan çokça duyduğum Ahmet Ümit'i de okuma listeme ekleme kararı almamı sağladı, bu film.

11 Mart 2013 Pazartesi

Biri beni durdursun

Cumartesi kadikoy'de bir kirtasiyeden iki defter, iki kitap ayraci, bir uclu kalem ve silgi aldim. Sonra, kabalci'dan da kitap ve defter aldim. Yetmemis ki, bugun de homer'den turubcu 0.9 uclu kalem, uc ve gogol'un palto adli kitabini aldim. Butcem sarsildi. Her girdigim yerde en az otuzlira harcadim. Tutamiyorum da kendimi:( hastalik bu, sanirim. Tedavisi yok mu?!!

9 Mart 2013 Cumartesi

Kabalci harcamalari

Bugun kadikoy kabalci'ya gittim. İki defter ve iki kitap aldim. Kitaplar: cavdar tarlasinda cocuklar ve Nana. Defterlerim ise suslu sirin seyler. Bir tanesi moebing glory'nin sevimli not defterlerinden, uzerinde gozluklu bir kiz var ve bence o baba benziyor :) diger defterim ise academy notebook adli bir defter, acinca defteri a4 boyutunda oluyor. Yani soyle ki defter a4'un ortadan katlanmisi gibi bir sey. İki dedteri de itakyanca kelime defteri yapicam ki sevkle ders calisayim :))
Kirtasiye de harcadigim paranin haddi hesabi yok ama ne kadar cok harcarsam o kadar da mutlu oluyorum :))
Bugunku kirtasiye alisverisim bununla kalmadi tabi:) bir kirtasiyeden iki defter, bir top saman kagidi, bir uclu kalem ve bir silgi aldim. İki tane de miknatisli kitap ayraci aldim :))
Sonra da benim param neden bitiyor derim tabi :( aman neyse mutlu etti ya beni onemli olan bu :-))

6 Mart 2013 Çarşamba

Y'ol

Yoldayim. Eve gidiyorum. Haftanin ortasi, haftanin sonu oldu yani bana. Normalde ben herhangi bir tasita bindigim an uyurdum ama bu sefer uyuyamadim. Kahveyi azaltmak lazim:) mola verse de su otobus nefes alsam, boguluyor gibi oluyorum. Cok kalabalik derslerde de aynisi oluyor. Cok insanli ortamlar bana iyi gelmiyor. Yollar, yolculuklar da... Aglayan bebekler de... Guya cocuklari severim ben gerci is olunca sevdim sanirim olay is degilse de iki dakika ancak seviyorum insan yavrularini.
Bu haftamdan bahsedeyim, unutmadan. Bazen sonra yazarim diye gecistirince kaliyor oyle. Oysa, tum izlediklerimi ve okuduklarimi tazmak istiyordum. Kendi kendime yetisemiyorum, belki de cok okuyor ve izliyorumdur :p
Pazartesi sgm'de Lal Gece adli filmi izledim ve ardindan yonetmen ve oyuncular ile yapilan soylesiye katildim. Guzeldi.
Sali gunu sgm'de cirkin adli tiyatro oyununu izledim. Kisaydi. Sezuanin iyi insanindan sonra her tiyatro kisa gelir oldu zaten bana :)
Otobusum sallantisi midemi bulandirmaya basladigi icin daha baska bir sey yazamiyorum film ve oyun hakkinda. Unutmazsam dusuncelerimi yazarim.
Ayrica bu hafta, murat uyurkulak'in har adli romanini okudum. Onun hakkinda o uzun uzun yazacagim.
Bir de aylar once okudugum roportajlardan olusan bildigin gibi degi adli kitaba dair uzunca yazmak istiyorum.
Cok sey istiyorum, aslinda ben ama yetisemiyorum. Vakit az, yapilacaklar cok ve ben cok yoruluyorum. Bunaliyorum da... Boguluyormus hissinde bundan oturu sanirim.

5 Mart 2013 Salı

Azil, Hakan Günday

Azil, Ziyan'dan askerliğini bildiğim Asil'in hikayesi olduğu için keşke önce Azil'i okuyup sonra Ziyan'ı okusaydım dedim. Okumamışlara tavsiyem, önce Ziyan'ı sonra da Azil'i okuyun.

Azil de, okuduğum diğer Hakan Günday kitapları gibi bol bol altı çizilesi güzel cümlelerden oluşuyor, dolayısıyla altını çizmeden okumak neredeyse imkansız. Ve, tüm Hakan Günday kitapları gibi rahatsız edici. Ama, ben en çok etkileyen kısmı 'kötülük'e dair bir kısmında olan milletvekili oldu. Azil, tüm parasını verip ailesi tarafından reddedilmiş kokain bağımlısı bir adamın bağımsız aday olup meclise girmesini sağlıyor ve ona konuşma metinleri yazıyor. Milletvekili, hiç düşünemden okuyor her şeyi ve okuduğu metinler kötülüğe dair ve kötülüğü arttırmaya dair. Mesela diyor ki, "Tecavüze uğrayanlar tecavüzcüsü ile evlendirilsin."Daha ne kadar kötülük edebilirim diye düşünürken bunları söyleten Azil bir roman kahramanı, ancak aynı söylemi gündeme getiren ne çok insan oldu gerçek hayatta. Kitabı okurken bir anda durup şöyle bir bunu düşündüm. Bence, okuyan herkes de bunu düşünmeli.

Kitabın beni düşündüren ve okuyana kadar aklıma asla böyle bir şeyin hak olabilmesi düşüncesi gelmediği bir kısmı var ki üstünde okurken çok düşündüm. işte o kısım :
"içini kadına döken erkeğin baba olmaktan başka çaresi yok mu? içindekini kadına dökmek, babalığı kabul kararı mı? Hayır! İçinin dökülmesi sevmenin sonucudur. İçin dökülmesinin nedeni sevmektir. Çocuk sahibi olmak değil. Dönüşü olan hiçbir karar kesin değildir. Hiçbir hayal, gerçekleşmediği sürece mutlak değildir. Mantıklı bir hakim, doğru bir yasa ve babalığı ret hakkı. Bir yerlerde olmalı. Kimse bana çocuk sahibi olmayı emredemez. Anne konuşmaya, babansa düşünmeye devam ediyordu.: Mutlak bir uzlaşma! Gereken bu! Hemfikir olmak! Çocuk sahibi olmak için gereken bu! Uzlaşma yoksa tek taraflı bozulabilecek bir sözleşme. Kabul kelimesinden iki adet duyulmalı. Aksi takdirde inatçı anne adayları çocuğun sadece yarısını doğurmalı!Kendine ait olan yarıyı!"
Bu alıntı bana geçen gün bir arkadaşımla konuşmamızı anımsattı, arkadaşım dedi ki, "bence, babalarımız annelerimizi sevdiği için bizi seviyor. yani bizi sevdiklerinden değil. biz doğunca, biraz büyüyünce alışıyor bize ama annemizi sevmezse bizi de sevmiyor." Belki, doğru bir şey bu, kitapta yazıyor ya, "kabul kelimesinden iki adet duyulmalı!", işte annelerimiz belki de babalarımızdan kabul kelimesini duymaya fırsat vermiyor, belki de o bile kabul kelimesini kendinden duymuyordur, kimbilir.

Azil'e dair çok şey söyleyebilir, çok şey yazabilirim ama şu an kitabın en çok sevdiğim kısmı ile bu  yazıya burda son vericem, "Sonunda Tanrı sıkıntıdan patlamıştır. Buna da Big Bang denir."

3 Mart 2013 Pazar

Az, Hakan Günday

Az, Hakan Günday'ın Piç ve Ziyan'dan sonra okuduğum üçüncü kitabı. Tüm kitapları arasında kıyaslama yapmak zor ama şunu diyebilirim ki, en sevdiğim kitabı Az oldu, şu ana kadar okuduklarım arasından.

Az, Derdâ ve Derda'nın tesadüfler silsilesi ile kesişen hayatlarını anlatan bir roman. İkisi dehem on hem de bir yaşında olan iki çocuğun zor hayatlarını anlatan kitap içerdiği şiddet ile okuyucuyu rahatsuz etse de, düşünerek okumasına asla engel olmuyor, hatta o kadar akıcı ki, hemencecik okunuyor. Detaylı okuma yapan biri için ise, Türkiye'ye dair bir çok soruna parmak basmış bir roman aslında. Korsan kitap mafyası, dini cemaatler, çocuk gelinler, mezarlık çocukları, hapisler, Doğu sorunu, Doğu'da öğretmen olmak, Doğu'da yatılı okulda öğrenci olmak, korunmasız savunmasız çocuk olmak ve daha benim anımsamadığım bir çok şey. Ama kitabın en güzel yanı ise, Oğuz Atay'ı anması idi. Okumayı, Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ını okumak için öğrenen Derda ve ardından elinin parmaklarına Oğuz Atay harflerinden dövmeler yaptırması ve onun değerini anlamadılar diye onu öldürdüklerine inandığı insanlardan intikamını alması...

Kitabı okurken, Derdâ, "Ben buradayım, siz neredesiniz?" diyor. Drda!dan bahsederken de yazar, "O günden sonra Derda, hücre hücre öldü ve gün gün yaşlandı. Çünkü derdi korku değil, korkuyu beklemekti. Ve korkuyu beklemek, korkudan beterdi. Bir zamanlar, birinin yazdığı gibi." diyerek aslında, hikayenin Oğuz Atay ile bağlantısı olacağının sinyallerini vermiş ama ben ancak Oğuz Atay adını tam görünce bunu anlayabildim. Bu da, beni birazcık üzdü açıkcası çünkü tekrar dönüp bakınca anladım ki çok belli oluyor, bir kaç kez bunları ve buna benzer cümleleri yinelediği için. Sanırım, daha dikkatli okumak lazım.

Bu kitabı da, kütüphaneden okuduğum için, hoşuma giden yerlerini kağıda not almak zorunda kaldım. Gerçi, en son kitabı verirken içini karıştırıken fark ettim de sonlara doğru bir kaç yeri çizmişim hem de bordo mürekkepli kalem ile. Bu da, benim kendimce işaret bırakma yöntemim sanırım, her okuduğum kütüphane kitabında kendimi zorlasam bile illa bir yerin altına çizik atıyorum. Bilinçli yapmıyorum aslında ama sanırım şöyle oluyor, kitabı hep yanıdma taşıyıp sürekli okuyorum o sırada ya o kısmı not alacak zamanım ya da kalem, kağıdım olmuyor ondan hemencecik kendimce işaret koyuveriyorum.

 Kitabın üzerinde altını çizemeyi de not aldıklarımdan :

  • ... çünkü görünene aldanmak, hayatı daha dayanılır kılmanın ilk şartıydı.
  • sonra da hayatı boyunca kurmuş olduğu hayalleri düşündü. içlerinden yalnız biri gerçek olmuştu. o da gerçekleşmemesi gerektiği için hayal olarak kurulmuştu. sadece hayalde kalacağı için kurmaya cesaret ettiği tek hayali gerçek olmuştu. sonra başka bir şey düşündü: kim seçiyor acaba, dedi içinden hangi hayalin gerçek olacağını? o hayali kuran mı, yoksa o hayali kurduran mı?
  • unutmanın en kolay yolunu da anlatmak sanıyordu. 
  •  belki de hayat, yanlış anlayınca güzeldi. sadece yanlış anlayınca. ama her şeyi...
  • içine atmak, diye bir şey varken, anlatmaya ne gerek vardı? içine atıp sifonu çekmek varken. Alkolle dolu bir sifonu.
  • zaten her insanın, yaşadıkça uzmanlaştığı bir yan mesleği yok muydu? geçmiş tasarımı ve yönetimi adında müthiş bir meslek!
  • nereden bilebilirdi insanoğlu? varlığının sonuçlarını... hepsinin de yanıtı aynıydı: hiçbir yerden... belki de bu sayede hayat devam ediyordu. kimse, neye neden olduğunu bilmediği için... çünkü her davranışının zaman içindeki bütün sonuçlarına tanıklık eden kişinin ilk tepkisi, büyük ihtimalle, durmak olurdu. durmak ve durdurmak. dehşet içinde. hareket etme korkusundan kalbi durana kadar. çünkü her hareketin nihai sonu aynıydı ve belki de insanoğlu bunu bilse hiç doğmazdı. belki de daha kötüsü, bütün bunları bilse de doğmaya devam ederdi. ne de olsa, insandı ve doğası gereği arsızdı. doğmak için her şeyi yapardı. gerekirse karnından çıktığı annesinin leşini doğumhanede bırakır, hatta dünyaya ikizine yapışık bile gelir, ama yine de doğardı.