Bu Blogda Ara

28 Mayıs 2013 Salı

Yürümek, Sevgi Soysal




"Kütüphane, kitapları, plakları, bir çember içinde yaşamak, gelişerek, ilerleyerek yaşamak için hepsi gerekli, yararlı. Ama çember, çizgisi tamamlanmamış bir çember içinde ne kadar ilerlenebilir? ne kadar gelişilebilir?  yaşanır ya da? Sonra sınıra dayanmak. Artık genişlemeyen bir daireyi dönmek, dönmek. Üşüdü. Örtündü. Bir dairenin gelişmeyen sürekliliğini hiç düşünmemiş olman ne ahmaklık! 'Dışarısı'nı sadece bir daireyi sürdürmek, dural bir döngüyü varkılmak için gerekli saymak ne büyük yanılma! Sonra beklenmedik bir tatil gününde, güneşli 'dışarısı' hiç beklenmedik bir yabancı gibi şaşırtır işte kişiyi. Şimdiye kadar hep bu çemberin içindekileri düşündüğünü, onları daha rahat, daha kullanışl, hatta daha güzel kılmak için çabaladığını biliyordu artık."

Kalecinin Penaltı anındaki Endişesi, Peter Handke

Arka Kapak Yazısından:

Handke'ye göre, "Edabiyatın görevi toplumsal koşullandırmayı yıkmak ve kültürün insan ve doğa üstündeki baskısını kaldırmaktır. Ama Edebiyatın kendisi de her zaman için kültürün bir parçasıdır ve dolayısıyla kendi içine dönük ve kendine yeniktir. Yazmak, kendi kendini hapsetmek, kendini yaşamdan uzaklaştırmaktır ve bu da bir tür şizofrenidir aslında."


"Yola devam etti; çünkü.
Yola devam etmesine bir gerekçe göztermek zorunda mıydı, eğer...(?)
ne amaç güdüyordu, böyle...(?) "Böyle" ne yaptıına gerekçe göstermek zorundaydı da onun için mi..(?)Bu böyle sürecek miydi, ta ki...(?) Öyle bir noktaya varmış mıydı ki...(?)
Burada yürümesinden niçin bir sonuç çıkarılması gerekiyordu? burada durmasına bir gerekçe göstermek zoruna mıydı?
Niçin, bir yüzme havuzunun yanından geçmekle bir amaç gütmek zorunda olsundu?
Bu "ta ki", "çünkü", "eğer" kural gibiydiler; onlardan uzak durmaya karar verdi, yoksa..." (sayfa 90)

26 Mayıs 2013 Pazar

Mazag, Robert Sole

"içindeki gizli bir yara, bu hassas kimseleri daha iyi anlamasına yardımcı mı oluyordu acaba?"


23 Mayıs 2013 Perşembe

Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı, Bilge Karasu





Hayatın Sessizliğinde, Aslı Erdoğan


"neden yazıyoruz? kaybolduğumuz için, sözcüklere güvenmek bir alışkanlığa dönüştüğü için, kendimize ve geçmişe doğrudan bakamayacağımız için, bir zamanlar içimizde olan, ama çoktan çekip gitmiş o insanın anısına ağlayabilmek için. hızla uzaklaşan dünyanın peşinden koşmak, bize bıraktığı boşluğu geri vermek için..."

21 Mayıs 2013 Salı

Yaşamın Ucuna Yolculuk, Tezer Özlü


"duygular, duygular, duygular. bırak kentleri, bırak yapıların görkemini, yoksulluğunu, bırak yolları, istasyonalrı, insanları, yabancıları, sevdiklerini, çocukluğunu, ölen uaklardaki insanlarını, bırak, bırak, bırak içinde seni kemiren seni bırak. bak nerelere varıyor gökyüzü. hangi zamanlara. hangi sonsuzluğa. GİT."

19 Mayıs 2013 Pazar

Korkuyu Beklerken, Oğuz Atay

  • Günler geçtikçe, sadece kötü hatıralar artıyor.
  • bazı isimleri artık silmeliydim; hayır, yeni bir deftere geçirmeliydim. bütün hayatım ayıklamakla geçti, gene de bitiremedim süprüntüleri atmakla.
  • yazma işini bıraktım. esalı bir adam olsaydım bırakmazdım. her davranışımın yarısında, başka bir heyecana kaptırıyordum kendimi. 
  • günlük tutmalıyım; hiç olmazsa düşüncelerimin gelişimini ya da çöküşünü izlemeliyim.
  • ben bir şeyin taklidiydim; fakat, aslımı bile doğru dürüst öğrenememiştim. belki de bana ne olduğunu sonuna kadar okumamıştım. yarabbim ne korkunçtu! belki de birilerinden duymuştum, onlar da başka birilerinden duymuştu, başka birileri de...ülkeme ve insanlara kızmağa başladım: kimsenin doğru dürüst okuduğu yoktu. doğru dürüst hissetmesini bile beceremiyorlardı. Bu yüzden, insan duyduğu şeyleri söyleyen insanların kültürüne güvenemiyordu. belki bu zavallılığın yarım yamalaklıın, bu gülünç durumun bile bir aslı, gerçek bir biçimi vardı.
  • acaba ağaçtan, ottan ya da uçamayan böceklerden filan bir yerden sevmeğe başlamış mıydım? bir yerden sevmeye devam edebilir miydim? çünkü sevmek, yarıda kalan bir kitaba devam etmek gibi kolay bir iş değildi. ya hiç sevmemişsem bugüne kadar? bir kitaba yeniden başlamak gibi, sevmeye yeniden başlamak pek kolay sayılmazdı herhalde.



Serras Tagebuch, İpek Ongun

 Serras Tagebuch, çocukluğumda okuduğum Bir Genç Kızın Gizli Defteri adlı kitabın Almancası olup, tesadüfen sahafta gördüğüm ve "bunla Almancam gelişir ki" diyerek aldığım ve uzun zaman boyunca yayarak, bilmediğim kelimelerinefalan bakarak okuduğum ev cidden Almanca kelime haznemi geliştiren bir kitap oldu. Önceden de bildiğim bir kitap olduğu için anladım yehhu diye sevinç nidaları içinde okuduğum için de beni oldukça mutlu etti.

 Kitabın en sevdiğim yanı ise, ilk sayfasında "okuldan nefret ediyorum, en çokd a annemden..." gibi cümlelerle başlayıp, en son sayfasında da "annemi seviyorum, babamı seviyorum, büyükanne ve büyükbabamı seviyorum." gibi cümelelrle bitmesi oldu. eheheh, ergen kafası işte deyip güldüm, çocukken bayılarak okuduğum kitaba.

Bu kitap bir seriydi ama ben son kitap gelene kadar büyüdüğümden olsa gerek son kitabını okumadım, bazen alıp okusam mı demiyor değilim. :) Bu kitapla ilgili de ilginç bir yorum duymuştum eskiden onu da yazmadan edemeyeceğim. Benim okduğumu gören bir erkek bana "her kızda bu kitabı görüyorum, hayır yaşınız kaç olursa olsun hepiniz bu kitabı da biliyorsunuz, kiminizi okurken görüyorum, kiminizin odasındaki raflarda gördüm. acaba, kız çocuğu doğar doğmaz doğumhanede bu kitap setini mi veriyorlar diye düşünemden edemiyorum." demişti.

14 Mayıs 2013 Salı

Mayoz Bölünme Hikayeleri, Evrim Alataş

Mayoz Bölünme Hikayeleri'ni bana okumam için bir arkadşaım önermişti, açıkcası adından biyolojiye dair birşeyler bekledim ancak öyle değilmiş. Kitap, 90'lı yıllarda Kürtlerin yaşadıkları tarji-komik olayları anlatan kaamizah öykülerinden oluşmaktadır.

Kitabın 12.sayfasından bir kısım :

"Sene 1996 ve yne aynı köy, bu deferki kahramanımız bir köpek. Askerler, köye gelerek, köpeğin PKK'lileri gördüğü zaman sesini çıkarmadığını, kendilerine ise bir kilometre uzaktan havlamaya başladığını söyler. Askerler kararlıdır, köpeğin infaz edilmesi gereklidir. Ancak köylüler araya girip, "yapmayın, etmeyin!" der, karşılıklı bir gerginlik yaşanır. Askerler, köylülerin topyekün direnişi karşısında geri adım atar ve köyü terk ederler. Köyün tek köpeği de artık, 'şüpheliler' listesindedir."

Kitabın 55. sayfasından bir kısım :

"Haziran 1999. Yer İstanbul. "Cumartesi Anneleri"ni bilirsiniz. İki sene boyunca Galatasaray lisesi önünde kayıpların bulunması için oturmuş, yer yer dövülmüş, yer yer gözaltına alınmışlardı. Günelerden bir gün yine gözaltına alınırlar. Fakat kayıp yakınlarının başlarına gelenler gözaltında yaşananlar ile sınırlı kalmaz. Hanım Tosun, Mehtap Yurtluk ve Necmiye Aydın, nezarethanenin duvarına yazı yazdıkları iddiasıyla Fatih 1. Asliye Ceza Mahkemesinde yargılanır. İfade veren polisler, "Nezarethane yeni boyanmıştı. Bu kadınlar çıktıktan sonra sloganların yazılı olduğunu gördük. Ayakkabı topuğu, göz kalemi ve fermuar başlığı kullanılarak yazılar yazılmış", der. Fakat gözardı edilen bir şey vardır. O dagözaltına alınanların okuma yazma bilmemesi..." 


12 Mayıs 2013 Pazar

Peruk Gibi Hüzünlü, Yalçın Tosun

Peruk Gibi Hüzünlü, Yalçın Tosun'un 4 bölümden oluşan ve aynı adlı şiirnin dörde bölünüp her dört bölümün başında dizelerini okuyabileceğimiz 16 hüzünlü öyküden oluşan kitabıdır. Peruk Gibi Hüzünlü adlı şiir Mabel Matiz tarafından bestelenmiştir.


Bu kitabı, şarkıdan sonra öğrendiğim için uzun zamandır okumak istiyordum. Dün sahafta gezenirken tesadüfen denk gelince hemen aldım. Ve aldığım kitap, Yalçın Tosun'dan imzalı hem de Ezgi Başaran isimli birine. Neden bilmiyorum ama Ezgi Başaran'ın gazateci olan olduğunu düşündüm ve kendisine imzalı verilmiş kitabı sahaflara sattığına falan da inandım. Belki de, isim benzerliğidir deyip, kitabı okumaya başladım, şarkısını da dinleyerek.

Bir de kitaba dair ilgimi çeken şu oldu, bir kısımda Pavese'in bir kitabından bahsediyor. Tezer Özlü'nün kitaplarında da sık sık karşılaştığım için oldukça merak etemeye başladım. En kısa zamanda Pavese'in de kitaplarını okumaya başlayacağım, unutmazsam eğer.
 

 

Altını çizdiğim cümlelerden :
  • hem hangi çocuk ablasıyla evlenem ihtimali olan bir adamı sevebilir ki?
  • neden ben onlar gibi değilim sanki? neden değişmiyordum hiç? bir kez bile her şeyi hafife alarak oluruna bırakmıyor, bir kez bile boş vermiyordum?
  • bu mümkündü. mümkünlerin içinde sadece bir mümkündü.
  • hiçbir şey olmadı. aslında çok şey oldu. hiçbir şey olmamasından daha çok ne olabilir.
  • çocukken duyulan mutluluğun kesinlikle köftelerle bir ilgisi var.
  • her şeyi sevemez ki insan, yaralanarak hiç sevemez.
  • kadın duymazdan gelinmenin acısını biliyordu o yüzden duymazdan geldi.
  • hüzün okşanamayan şeylerden de değildir.
  •  insan kalbidir gün gelir soğur. onunki de soğudu acısı dayanılır oldu.
  • anladı da anlamak yetmiyordu, çare bulmak gerekti.
  • dua etmeseydi kendini çok yalnız hissedecekti o yüzden dua etti.

10 Mayıs 2013 Cuma

Tehlikeli Oyunlar, Oğuz Atay

 
“Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duy-
gularının altında eziliyor. Fakat benim de
sevmeğe hakkım yok mu Albayım? Yok.
Peki Albayım. Ben de susarım o zaman
gecekonduda oturur, anlaşılmayı beklerim.
Fakat Albayım, adresimi bilmeden beni
nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size:
Nasıl? Kim bilecek benim insanlardan
kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum Albayım
ölmek”


8 Mayıs 2013 Çarşamba

Tutunamayanlar, Oğuz Atay


"Hiç ilerlediğimi sanmıyorum. aynı aptalca duyguları taşıyorum içimde. bendeki başkalaşma, gelişme biçiminde olmuyor. olduğum gibi kaldım ben. aptallar gibi büyümedim. biraz ağırlığım arttı o kadar. 
Büyümediği, gerçek dünyaya karışmadığı için üzülüyordu.  'gerçekten  bucak bucak kaçıyorum', diyordu. birini sıkıntıda görünce çocuk gibi ortadan kaybolmak istiyorum. korkaklıktan değil; kendimi onun yerne koymaktan. insanların karşısında bazen de o eksi aptalca utangaçlığım yüzünden dikilip kalıyorum. gitmek gerektiği halde bir türlü uzaklaşamıyorum. her zaman gerekenin tersini yapıyorum, çocuklar gibi. kitaplarla, yani bir çeşit masal dünyasıyla hayatı karıştırıyorum eskisi gibi. galiba gittikçe de düzeltilemez oluyorum bu konuda. masalın nerede bittiğini, hayatın nerede başladığını farkedemiyorum. bazen, suratıma bri garip bakıyorlar, o zaman uyanır gibi oluyorum.
'benim için bütün oyunlar, romanlar, hikayeler herkesin anladığından başka bir anlam taşıyor. bütün hayat, bütün insanlık bu kitaplarda anlatıldı, bitirildi. yeni bir şey yaşamak, yeni bir kitap tanımak oluyor benim için. kitaplarla ve onların yazarlarıyla birlikte yaşıyorum. önsözlerle yaşıyorum. hiçbir yazar şaşırtmıyor beni: çünkü hayatlarını sonuna kada rbiliyorum. gerçek dediğiniz dünyadaysa kimin ne yapacağı belli değil. her gün şaşırtıyorlar beni. yazarlarımla yaşamak daha kolay. 1886'da N. kasabasında doğdu. babası, annesi, kardeşleri, çevresi, yaşarken kimsenin bilmediği ızdırapları, kuruntuları, arkadaşlarıyla kavgasının gerçek nedeni, hepsi hepsi satırların arasında. tanımadığım yönlerini merak ediyorum ilk sayfalarda; fakat biliyorum hemen her şeyi öğreneceğimi.
'bana kitap kurdu, boş hayaller kumkuması, hayatın cılız gölgesi gibi sıfatlar yakıştırılabilir. şövalye romanları okuya okuya kendini şövalye sanan Don Kişot'a benzetebilirsiniz beni. yalnız onunla bir fark var aramda : ben kendimi Don Kişot sanıyorum.
Kitaplardan, yaşantılarım için yararlanamadığımı ve kendimi bir biçime sokamadığımı da yüzüme vurabilirsiniz. ne yapabilirim? kitap okumakla, manavın beni aldatmasına engel olamıyorum bir türlü. manava inanmadığım halde beni aldatıyor namussuz. ya inandığım dostlarımın beni aldatmasını önlemek: büsbütün imkansız bu. Dostlarım alay ediyor benimle. bu çocuğun sonu ne olacak, diyorlar. hiç olmazsa kitaplardan kitaplar çıkarmalıymışım. bunu da yapamıyorum, yazamıyorum. kitapları, işimde kullanılacak bir mal gibi göremiyorum: kapılıyorum onlara. belki kitaplar da onlara karşı gösterdiğim aşırı ciddiyetimle alay ediyordur. biliyorum, kitaplar da beni adamdan saymıyorlar. fahişelerin, onlara barlarda para yediren tüccarları küçümsemesi gibi hor görüyorlar beni.
bütün bunları düşündükçe daha da tersleşiyorum, kendime daha çok zararım dokunuyor; benimle alaya edenlerin gözünde daha da çok küçülüyorum. duvarlar duvarlar var çevremde. halsiz kalıncaya kadar başımı vuruyorum onlara."

7 Mayıs 2013 Salı

Günlük, Oğuz Atay

"Ben ne zaman canım sıkıldığı için evden çıksam, yolda güzel bir fikir gelir aklıma. Galiba hep acele ettim."

5 Mayıs 2013 Pazar

Yabancı, Albert Camus

"Hiçbir zaman söyleyecek fazla sözüm yoktur, onun için susarım."

"Ama insna hiçbir şeyi gereğinden fazla büyütmemeli; ben bu duruma başkalarından daha kolay katlandım."

"Benden daha mutsuz olanlar da vardı. Zaten annem de böyle düşünürdü; sık sık, insanın sonunda her şeye alışacağını tekrarlardı."

"herkes bilir ki, hayat, yaşanmak zahmetine değmeyen bir şeydir. aslında otuz ya da yetmiş yaşında ölmenin önemli olmadığını bilmez değildim; çünkü her iki halde de başka erkeklerle başka kadınlar yine yaşayacaklar ve bu , binlerce yıl devam edecektir. sözün kısası bundan daha açık bir şey yoktu. şimdi yahut yirmi yıl sonra olsun, ölecek olan hep bendim. o anda yapmakta olduğum muhakemede beni bir parça rahatsız eden şey, yirmi yıl daha yaşamak düşüncesiyle içimde duymakta olduğum o korkunç hamleydi. fakat bu hamleyi yatıştırmak için de, nihayet o gün gelip çatınca düşüncelerimin neler olacağını tahayyül etmekten başka yapacak işim yoktu. insan madem ki ölecektir, bunun nasıl ve nerede olacağının önemi yoktur, apaçık bir şeydir bu."

Eski Sevgili, Leyla Erbil

Baylan pastanesi'ni seven baska bir yazar daha buldum, mutluyum :-)







4 Mayıs 2013 Cumartesi

Cüce, Leyla Erbil

"Yok kızmak ! Kafanızdaki düzeni bozacak her olaya karşı... Amann!, oluyor şimdi, yürüyor yüzün oraya, bir şeyin üstüne atılıyor ve seviniyor ruh, çok güzel, tamam tamam böyle işte, aklına Dali'yi getir o çözük, yoz adamı onun saatini.. Tamam böyle,,, tamam, tamam!.."











Kinyas ve Kayra, Hakan Günday

"Aşık oldukları halde okullarına, işlerine giden, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi davranan insanlardan hep iğrenmişimdir. Midemi bulandırır vasat sevgililer. Tabi aslında onları da anlamak gerek! Ait oldukları burjuva sınıfının bir gereği olarak kontrolsüz hareketin en büyük süşmanı olmaya mecbur bırakılmışlardır. Kontrolsüzlük, anormallik, farklılık, bütün bunlar korkutucu gelir burjuvaya. Hatta Leon Bloy'un yazdığı gibi: "Burjuva ilk gelen olmaktan utanç duyar!Bir davete ilk gelen olmak kadar çirkin bir şey yoktur!" İlk gelen anormal olan her şeyi yapmakla eşdeğerdir. Ne ilk, ne son! Ortalarda bir yerlerdedir vasat sevgililer de. Dengeli hayatlarını kimya formülleri gibi çözdükleri dostları, sevgili, aile, iş denklemini her sabah yataklarından kalkarken kafalarında yeniden kurarlar. Sağlıklı hayatın sırrı sağlam kahvaltı değil. Sağlam bir günlük programdır... Karıştırmamalı hiçbir şey! Hepsinin yeri ayrı. Utanmadan, özgürleşme adına, "Koyun gibi olma!" sloganları atarlar. "Sürüden ayrıl!Gel bizimkine katıl!" Ama bizde bir de, her koyun kendi bacağından asılıyor. Tek medeni tarafımız da bu..." (sayfa 197)

3 Mayıs 2013 Cuma

Bay Muannit Sahtegi'nin Notları, Vüs'at O. Bener



"Sonra bırakma, salma kendini, yaz ince eleyip sık dokumadan, kim ne derse desin."

"Kolay suçlanabilen: Zaman."

"Hiç insanca yanın yok. Sevemiyorsun."

"Anlamak işim değil, anlamak hiç, o da anlamazdan gelmek direnişinde usta."

"Hiçbir yerde olmayan aklımın nerede olduğunu ben nereden bileyim."

"Düş mutluları, topunuzun canı cehenneme!"

"Çok rahatıma düşkünüm, çok. Ölüm bari göze göz, dişe diş gerçekleşmeli."

"Işınla kendini o eski, yalın zamana."

"Canım Tanrıcığım lütfen sağır et beni, en iyisi al canımı."

"Dünya yıkılısa, bir kere kalınır altında."

Kader Denizi, Bejan Matur





Aşk değilse
Nedir bizi
Bu ölüme götüren?
(sayfa  36)

Ey Tanrım
Nereye aidim
Bana bildir!
(sayfa 43)

Çünkü kaymakta olan yer
Ayaklarımızından çok önce
Ruhlarımızdan kaymıştır.
(sayfa 48)

Kaptan da ölü
Ayrnı kader
Aynı deniz
(sayfa 55)

Bir müziğin yapamadığını yıldızlar yapar.
Bir müziğin eksik bıraktığını yıldızlar tamamlar.
(sayfa 68)

Dünya bir heves.
(sayfa 70)

Buraya itilmişsem
Kalmanın anlamı
Tükendiğinden.
(sayfa 73)

Bir çocuğun yüzmesi
Kulaçları bir çocuğun
Doğumun aklıyla
Anneyedir.
Çünkü anne o denizde
Tanrıdır.
(sayfa 77)

Yaşa cennetini.
Çünkü hak ettin!
(sayfa 81)