Bu Blogda Ara

3 Mart 2013 Pazar

Az, Hakan Günday

Az, Hakan Günday'ın Piç ve Ziyan'dan sonra okuduğum üçüncü kitabı. Tüm kitapları arasında kıyaslama yapmak zor ama şunu diyebilirim ki, en sevdiğim kitabı Az oldu, şu ana kadar okuduklarım arasından.

Az, Derdâ ve Derda'nın tesadüfler silsilesi ile kesişen hayatlarını anlatan bir roman. İkisi dehem on hem de bir yaşında olan iki çocuğun zor hayatlarını anlatan kitap içerdiği şiddet ile okuyucuyu rahatsuz etse de, düşünerek okumasına asla engel olmuyor, hatta o kadar akıcı ki, hemencecik okunuyor. Detaylı okuma yapan biri için ise, Türkiye'ye dair bir çok soruna parmak basmış bir roman aslında. Korsan kitap mafyası, dini cemaatler, çocuk gelinler, mezarlık çocukları, hapisler, Doğu sorunu, Doğu'da öğretmen olmak, Doğu'da yatılı okulda öğrenci olmak, korunmasız savunmasız çocuk olmak ve daha benim anımsamadığım bir çok şey. Ama kitabın en güzel yanı ise, Oğuz Atay'ı anması idi. Okumayı, Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ını okumak için öğrenen Derda ve ardından elinin parmaklarına Oğuz Atay harflerinden dövmeler yaptırması ve onun değerini anlamadılar diye onu öldürdüklerine inandığı insanlardan intikamını alması...

Kitabı okurken, Derdâ, "Ben buradayım, siz neredesiniz?" diyor. Drda!dan bahsederken de yazar, "O günden sonra Derda, hücre hücre öldü ve gün gün yaşlandı. Çünkü derdi korku değil, korkuyu beklemekti. Ve korkuyu beklemek, korkudan beterdi. Bir zamanlar, birinin yazdığı gibi." diyerek aslında, hikayenin Oğuz Atay ile bağlantısı olacağının sinyallerini vermiş ama ben ancak Oğuz Atay adını tam görünce bunu anlayabildim. Bu da, beni birazcık üzdü açıkcası çünkü tekrar dönüp bakınca anladım ki çok belli oluyor, bir kaç kez bunları ve buna benzer cümleleri yinelediği için. Sanırım, daha dikkatli okumak lazım.

Bu kitabı da, kütüphaneden okuduğum için, hoşuma giden yerlerini kağıda not almak zorunda kaldım. Gerçi, en son kitabı verirken içini karıştırıken fark ettim de sonlara doğru bir kaç yeri çizmişim hem de bordo mürekkepli kalem ile. Bu da, benim kendimce işaret bırakma yöntemim sanırım, her okuduğum kütüphane kitabında kendimi zorlasam bile illa bir yerin altına çizik atıyorum. Bilinçli yapmıyorum aslında ama sanırım şöyle oluyor, kitabı hep yanıdma taşıyıp sürekli okuyorum o sırada ya o kısmı not alacak zamanım ya da kalem, kağıdım olmuyor ondan hemencecik kendimce işaret koyuveriyorum.

 Kitabın üzerinde altını çizemeyi de not aldıklarımdan :

  • ... çünkü görünene aldanmak, hayatı daha dayanılır kılmanın ilk şartıydı.
  • sonra da hayatı boyunca kurmuş olduğu hayalleri düşündü. içlerinden yalnız biri gerçek olmuştu. o da gerçekleşmemesi gerektiği için hayal olarak kurulmuştu. sadece hayalde kalacağı için kurmaya cesaret ettiği tek hayali gerçek olmuştu. sonra başka bir şey düşündü: kim seçiyor acaba, dedi içinden hangi hayalin gerçek olacağını? o hayali kuran mı, yoksa o hayali kurduran mı?
  • unutmanın en kolay yolunu da anlatmak sanıyordu. 
  •  belki de hayat, yanlış anlayınca güzeldi. sadece yanlış anlayınca. ama her şeyi...
  • içine atmak, diye bir şey varken, anlatmaya ne gerek vardı? içine atıp sifonu çekmek varken. Alkolle dolu bir sifonu.
  • zaten her insanın, yaşadıkça uzmanlaştığı bir yan mesleği yok muydu? geçmiş tasarımı ve yönetimi adında müthiş bir meslek!
  • nereden bilebilirdi insanoğlu? varlığının sonuçlarını... hepsinin de yanıtı aynıydı: hiçbir yerden... belki de bu sayede hayat devam ediyordu. kimse, neye neden olduğunu bilmediği için... çünkü her davranışının zaman içindeki bütün sonuçlarına tanıklık eden kişinin ilk tepkisi, büyük ihtimalle, durmak olurdu. durmak ve durdurmak. dehşet içinde. hareket etme korkusundan kalbi durana kadar. çünkü her hareketin nihai sonu aynıydı ve belki de insanoğlu bunu bilse hiç doğmazdı. belki de daha kötüsü, bütün bunları bilse de doğmaya devam ederdi. ne de olsa, insandı ve doğası gereği arsızdı. doğmak için her şeyi yapardı. gerekirse karnından çıktığı annesinin leşini doğumhanede bırakır, hatta dünyaya ikizine yapışık bile gelir, ama yine de doğardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder