Bu Blogda Ara

20 Ocak 2013 Pazar

"...geri kalanlar ise Vüs'at O. Bener okurudur."

Bence, ben kampüs dışına çıkmamalıyım, çünkü elimde henüz okumadığım bir sürü kitap olmasına rağmen gidip yenilerini alıyorum, hem öyle bir kitapla da kalmıyorum aldım mı en az beş kitap. Aslında, almak istediğim kitaplar vardı; Mazag ve Jilet Sinan. Ne yazık ki, ne dahafta ne de kitapçılarda bulamadım. İnternette bir kaç sitede stokta gördüm neyse, bir ara oradan alabilirim ama nedense internetten alışverişi pek seven biri değilim. Hem ben, sahaf kitaplarını sveiyorum. Neyse, işte hazır kitapçıları dolaşmışken hem de sahafları gezmişken bari boşa gitmiş olmayayım deyip Vüs'at O. Bener'in iki kitabını aldım, biri sahaftan biri de kitapçıdan.

Mızıkalı Yürüyüş~Kara Tren adlı kitabı tamanen adını beğenerek aldım, içindekilerin ne olduğunu bilmiyordum ya da arka kapağını bile okumadım. Mızıkayı ve trenleri sevdiğim için ilgimi çekti. Bu sabah uyanınca hemen başladım okumaya, henüz bitirmedim kitabı, yarısında sayılırım.

Kitap iki kısımdan oluşuyor, adından da anlaşıldığı gibi; Mızıkalı Yürüyüş ve Kara Tren. Mızıkalı Yürüyüş, Vüs'at O. Bene'in anılarını notlar şeklinde yazdığı bir günlük gibi düşünülebilir. Bölüm adları yok ama belli bölüm bölüm ve bir bölüm daha eski geçmişini anlatırken, onu izleyen bölüm daha yakın geçmişini anlatıyor. Yani, bir bölümde lise anılarını anlatırken, diğer bölümde geçen Pazar'dan bahsediyor. Aralarda izlediği filmler ve okuduğu kitaplar hakkında da kendi görüşlerini belirtiyor. Okurken bahsettiği filmleri ve kitapları bir kenera not edip, kendime Vüs'at O. Bener'den okuma ve izleme listesi çıkarmaya başladım.

Bu arada demeden geçemeyeceğim, Vüs'at O. Bener'i ben Barış Bıçakçı sayesinde tanıdım, geç oldu ama iyi ki de oldu. Şu an kitabın kalanını da okumak için can atsam da, yazılacak raporlarımı yazmak için kitabı bir kenara koymak zorundayım. İşte böyle zamanlarda, "keşke bir işim olsaydı ve iş sadece kitap okumak olsaydı. ve bunun için bana para ödeselerdi ve kitap alsalardı." şeklinde çocuksu hayaller kuruyorum. Sonra, pencereyi açıp yüzüme çarpan rüzgarla kendime geliyorum. Bu da, böyle bir Pazar günü işte. Kitap okumaktan alınan zevk bile yarım kalıyor, yapılacak işlerin telaşı, haftaya başlamadan evvel düşünülenler, planlananlar... düşünmek bile yetiyor başımı ağrıtmaya.Pazar günlerine sempati duymayan tek ben değilim, neyse ki. Diyor ki Vüs'at O Bener, "Hele pazarları tepeden tırnağa çarpıntıyım, direncim paramparça."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder