Bu Blogda Ara

19 Aralık 2012 Çarşamba

Baba ve Piç

Uzun zamandır okumak istediğim bir kitaptı, Baba ve Piç. Kitabın kapağı hakkında çok yorum duymuştum. "Neden nar? Neden çatlak nar? Ve neden vajinaya benziyor?" ve bunun türevleri şeklinde bir çok soru duymuştum ve bu konuda yorumlar dinlemiştim. Kitapla ilgili bir hayalkırıklığım oldu, çünkü benim aldığım basımının kapağında 'nar'değil de, 'kelebek' var. 



Kitabın en çok hoşuma giden kısmı ise, başladığı cümlenin hemen hemen aynısı ile bitiyor olması idi,  "... ne yağarsa yağsın tepene semadan, kabulündür. Buna yağmur da dahil." Diğer hoşuma giden şeylerden biri de her bölümün adının aşure malzemelerinden birinin olması idi ve ilk bölümün kokusuna bayıldığım tarçın ile başlaması idi. Kitaba dair okudğum yorumlardan anladığım kadarıyla aşurede gül suyu olduğunu ya da katılabileceğini bilen insan  sayısı oldukça az.

Kitabı iki gecede okudum, dili oldukça akıcı ve sürükleyici. Tabi, arada bilmediğim bir çok kelimeyi de öğrendiğimi söylemeden de edemeyeceğim. Kitabın kurgusunu ise çok sevdiğimi de söylemeliyim, bazı yerlerde ne olduğunu çok rahat tahmin edebilsem de, en sonunda Amerika'dan gelen Armanuş'un Türkiye'de yaşayan Kazancı ailesi ile bağının olabileceğini asla tahmin edemediğim için sonlara doğru karşılaştığım bu süpriz çok hoşuma gitti. Sonun ne olacağını iyi kötü tahmin ettiğim için okuma şevkim azalmaya başlamıştı sonlara doğru, çünkü.

Kitabın en eğlenceli ve altı çizilesi yerleri ise "İstanbulu Kadınların Elkitabından Altın Feraset Kuralı", "İstanbulu Kadınların Elkitabından Gümüş Feraset Kuralı" ve "Şahsi Nihilizm Manifestosu"dur. Kitabın karakterlerine gelince, hepsinin kendine ait merak edilesi hayatları vardı, dolayısıyla okurken geçişlerde hiç sıkılmadığımı söyleyebilirim. En sevdiğim karakter ise Zeliha Teyze oldu. Sonrasında da, Ağulu Bey ve Şekerşerbet Hanım isimli cinlere sahip Banu Teyze oldu. 

Elif Şafak, Baba ve Piç'i ingilizce yazmış. Belki de, bu yüzden olsa gerek Türk kültürüne ait bir çok şeyi, İstanbul sokakları ya da bunlara benzeyen hemen hemen her gün gördüğümüz aşina olduğumuz bir çok şeyi çok detaylı bir şekilde açıklayarak yazmış. Bu kısım okuyucuları çok sıkmış olmalı ki, okuduğum ve duyduğum olumsuz eleştiriler hep buna dair oldu. Ben, okurken o kısımlarda sıkılmadım hatta çok eğlenerek okudum. Bu tarz şeyler değişiklik gösterebildiği için, acaba burda nasıl anlatılacak diye çok da merakla okudum, hatta. Mesela, kurşun dökülüşünü anlatıyor uzun uzun ki ben kurşun dökme işlemini çevremdeki çoğu kişinin bildiğinden bile şüpheliyim. Dolayısıyla, bunun neden bu kadar eleştirildiğine de anlam veremedim. Tüm bu kısımların ingilzicesini de okumak isterim, açıkcası.İngilizcesinde Asya, Zeliha Teyzesi'ne "aunt" dediği için, kitabın sonunda ortaya tamamen kesin ve net bir şekilde çıkacak gerçeği çok daha erken tahmin edebilirdim, o yüzden iyi ki Türkçesini okumuşum da diyorum, içten içe.

Kitabın en çok eleştirililen hatta Elif Şafak'ı mahkemelik eden kısmı ise Ermeni Soykırımı'na dair yazdıklarıdır. Bence, kitabın temel konusu Ermeni Soykırımı değildii, ve aralara serpiştirilmiş bir şekilde her kesimin düşüncesi vardı. Buna Türkiye'de aynı hanede yaşamalarına rağmen birbirinden çok farklı düşüncelere sahip olan Türk ailesinin fertleri, Amerika'da yaşayan Ermeni ailelerinin çocukları, Türkiye'de yaşayan Ermeni de dahil. Her kesimin düşüncesine yer verildiği halde, sadece en ssert ksıımlarının alınıp bütün bir okunmadan gerçirilmeden yargılanması da oldukça acıdır, ki bu gibi bir şeyle ilk kez karşılaşılmıyor. Romanın bir kısmında İstanbullu Ermeni olan Aram'ın ağzından duyduklarımız olukça birleştiricidir, oysa. Aram diyor ki, " İstanbullu Ermeniler İstanbul'a aittir, İstanbullu Türkler, Kürtler, Rumlar ve Yahudiler gibi. Bir zamanlar birlikte yaşamayı başarmıştık, sonra çok kötü çuvalladık. Şimdi tekrar öğrenmeliyiz kozmopolitliği. Bir daha çuvallama şansımız yok." Çuvallama şansımız yok ama, yine kitapta Aram'ın dediği gibi "Türkiye'de de iyi insanlar ve kötü insanlar var." 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder